Osmanlı’da Kadın Giyimi
Osmanlı sultanları giyim kuşama önem verir, lüks kumaşlardan dikilmiş kaftanlar giyerlerdi. Görkemli giyecekler kemha (brokar), kadife, çatma (bir kadife türü), seraser (altın ve gümüş alaşımlı telle dokunmuş ipekli kumaş), diba, atlas, canfes, tafta, vala, çuha, sof ve şal gibi kumaşlarla oluşturulurdu. Topkapı Sarayı’nın sayıları 1550’yi bulan giyimkuşam koleksiyonu ölen padişahın üzerinden çıkan ve sahip olduğu diğer giysilerinin saklanmasıyla oluştu. Padişah elbiseleri hazine eşyası sayıldığından hazinede saklanırdı. Ölen sultan, hanedan mensubu yüksek rütbeli devlet memuru ve din büyüklerinin eşyalarının türbesine konulması bir gelenekti ve bu türbelerden toplanan giysiler de saraydaki koleksiyona katılırdı. Osmanlı sarayındaki ipekli ve pamukluların bir bölümünün menşei Hint, Ġran ve Mısır’dır. Osmanlı sultanlarının kostümü kaftanlar, imparatorluk içinde özel bir yere sahiptir. Önemli bir görevi gerçekleştirenleri ödüllendirmek için hediye edilen kaftanlar, bir imtiyaz işareti olarak da kumandanlara kılıçla beraber bayramlarda sadrazam huzurunda sunulurdu.Osmanlı beğenisindeki çok renklilik; birbirinden bağımsız parçaların bir araya getirilmesi eğilimi, mücevherin kullanım tarzında da kendini göstermiştir. Özellikle zümrüt, yakut, safir, firuze, elmas, inci, mercan, yeşim, sedef ve akik en çok kullanılan taşlardandır. Avrupa mücevher geleneğindeki aynı motifi tekrarlayan takımların, şıklığının tamamlanması için nerede ise bir zorunluluk olmasına karşılık, Osmanlı mücevher geleneğinde takıların mutlaka birbiriyle uyumlu bir takım oluşturması gerekmez.Farklı motifleri sergileyen parçalar her zaman sevilerek bir arada kullanılmıştır.
Osmanlı kuyumcusu, bir nakkaş gibi ince ince çalışarak, tasarımını taşın biçimine en az müdahale ile yapmaya, tasarımı taşın biçimine uydurmaya özen göstererek, bir imparatorluk sentezi olan Osmanlı ruhunu yansıtan, natüralist ağırlıklı eserler vermiştir. Osmanlı devletinin gücü artık, sınırları genişledikçe mücevherlerde kullanacak değerli taşlar ve madenler giderek daha kolay sağlanır olmuş, genişleyen topraklardan Osmanlı başkentine hünerlerini sergilemek üzere Horasan, Tebriz ya da Bosna’dan, Balkanların değişik bölgelerinden veya Rus sınırlarından, Gürcü ve Çerkez bölgelerinden gelen kuyumcu ustalarının da katılımıyla mücevher üretimi giderek çeşitlenmiş ve zenginleştirilmiştir.
Osmanlı imparatorluğunun yükselme ve duraklama dönemlerinde saraya bağlı sanatçı sayısı da değişmiş ve özellikle son dönemlerinde oldukça azalmıştır. Örneğin 16. yüzyılda, imparatorluğun en güçlü olduğu dönemde, sanatçı sayısı fazla iken 18. yüzyıl ortalarında zergeran olarak sarayda sadece yedi kişinin çalıştığı kaynaklarda belirtilmektedir. 19. yüzyılda ise bu sayı gittikçe azalmıştır.
Osmanlı devletinin refah dönemlerinde, kullanılmayan hazine eşyalarının satıldığı sıkıntılı zamanlarda ise para basılmak üzere daha çok gümüş eşyaların darphaneye gönderildiği yine kaynaklarda verilen bilgiler arasındadır. Ancak mukaddes emanetlerle ilgili eşyalara ise dokunulmayıp bunların sadece tamir ve ilavelerle korunmasına çalışılmıştır. Saraya ait takı ve değerli eşyaların bazen tozlandığı ya da rutubetten zarar gördüğü ve işe yaramadığı gerekçesiyle fiyatları belirlenerek dışarı satıldığı da olmuştur.
Pek çok Osmanlı mücevherinin özellikle de takıların günümüze ulaşmama nedeni mücevherin yüzyıllardır değişmez kaderinin sonucudur. Mücevherler yüzyıllar boyunca kâh farklı gereksinimleri karşılamak üzere bozdurularak paraya çevrilmiş, kâh mücevher modasının değişmesiyle yeni modaya uymak amacıyla değişime uğramıştır. Günümüzde ise bu eğilimin azalarak da olsa sürdüğü söylenir. Osmanlı döneminde, saray modellerinin taklidi olan benzer takıları kullanmak halk arasında yaygın bir alışkanlık olmuştur. Osmanlı takıları arasında sorguç, hotoz, zülüflük, enselik, saç bağı, gerdanlık, iğne, broş, küpe, bilezik, yüzük, mühür, halhal, pazubent, düğme, zincir, saat, köstek, kemer, kemer tokası olarak oldukça zengin bir çeşitlilik göstermektedir
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder